Kafa açılması da evren gibi. Evreni
nasıl bilirsiniz? Nasıl bilirdiniz? Öldü zira. Ölümden
sonrasına inanır mısınız? Kabir azabı dediklerini sadece
ölümden sonra mı yaşarız? Bu dünyada, yaşadığımızı
sandığımız dünyada, uyumsuz olmayı seçemediğimiz ama
oluverdiğimiz dünyada, bize öğretilen dünyada, ölmüş gibi
olursak, sonrasına da inanmıyorsak, kabir azabına yüzleşme
demişiz. Önce kafamızda yüzleşiyoruz. Yüzsüzce yaşamayı
değil de yüzleşmeye inanıyorsanız geçmiş olsun, hoşgeldiniz.
Şimdi pişmanlıklarınızı, yaşayamadıklarınızı ve tüm
acılarınızı bitirdiyseniz eski defterlerinizi kapatın. Her sene
bir heves aldığınız yeni ajandalarınıza benzemesin bu durum,
lütfen. Benim için değil bu lütfen, insanlık için.
Bir siz varsınız dünyada, onu
keşfettiniz tamam. Bir siz, bir de yaratıcılarınız. Aileniz
deyin, arkadaşlarınız, kendiniz.. Herkesin, herkes kimse işte,
her şeyi bildiği dünyada geç de olsa sizin de kafanız basmaya
başladıysa şanslısınız. Ben şansa inanırdım, siz buna
şanssızlık da diyebilirsiniz, sonuç değişmeyecek. Ölünce
gübre olacağıma inandığım için bir çeşit reenkarnasyon
diyelim, ölümden korkardım. Gübre olmanın öyle kötü bir şey
olmadığını anladığımdan beri ölümden de tırsmıyorum.
Korkmadığım için de yüklenmiyor bana, iyi.
Hayatın anlamını aramayı
bırakamadığım için hayatı yaşamayı başaramıyorum. Hayat da
buna sağolsun pek yardımcı olmuyor. İşsiz kalmayı istedim sandım oysa yaşayabilecek kadar para ile tembellik hakkımdı istediğim.
Evrene mesaj gönderirken dikkat edin demişler, ne mesaj
göndereceğimize de seçenekler dahilinde o belirliyorsa. Ona da
mizaç, genetik filan demişler. Her bir boka bişey dedikleri için
yeni bir şey diyemiyoruz.
Bu dünya bir terbiye edilme ve
olgunlaşma yeri. Dünya sağlık örgütünün de, ansiklopedilerin
de ne dediğinden bağımsız, gençlik denen şey yaşla ölçülmüyor.
Yaptığınız hataların, seçimlerinizin sonuçları ile ilgili.
Yaşınız kaç olursa olsun kendinizi hiç büyük ve o yaşta gibi
göremiyorsunuz, göremiyoruz. O halde sizde değil, yaşınızda
sorun olmalı. Dünyanın yaşına bakın, insanın tarihine, size
anlatılan hikayelerdeki insanlık tarihine, binlerce milyonlarca
yıla bakın. Nasıl oluyor da 18 senede, devede tüy olan 18 senede
olgunlaştığınızı iddia etmeleri nasıl oluyor da akla yatıyor.
Yatmıyor ama büyümeyi gözümüzde büyüttüğümüzden beri 18
sene geçince bir bok olduk sanıyoruz. Eve çıkınca, mezun olunca,
işe girince, evlenince, çocuk yapınca büyüdük sanıyoruz. Evren
dahi dedikleri gibi, hala büyüyorsa biz neden 35 senede hala çocuk
olduğumuz gerçeğine sırt çeviriyoruz. 18 yaşın verdiği bize
verdiği yetkiye dayanarak yaptığımız hayat seçimlerimizin
değiştirilmez olmasına inanmıyoruz artık. O nedenle hayat “artık
yapamam” dememizi umursuyorsa, “tamam yeni bir başlangıç
yapıyorum”u da aynı şekilde karşılıyor. Az biraz umrunda
olarak.
Gizli kameralardan güvenlik
görevlilerinin izlediğine inandık, telefonların ön
kameralarından korsanların, giyinme odalarında sapıkların,
televizyonlarda milyonların. Peki yaratıcıların sizi izlediğine
neden inanmakta eksikli kaldık. Bunu farkettiğinizde büyümüş
oluyorsunuz işte. İçinizdeki serseri çocukla birlikte büyümüş
oluyorsunuz. Çocuk orda duruyor, siz ilk gençliğinize el
sallıyorsunuz, aklınıza estiği gibi davranamayacağınızı
öğreniyor ama biraz da aklınıza öyle geldiği için ilk kez
bilinçle öyle davranıyorsunuz. Karışık gibi biliyorum, karışık
olması olmadığı anlamına gelmiyor. Karışıklık iyidir,
kafanızı açar.